Mercimek Çorbası ve Ekmek
Serüvenler konusundan devam ediyoruz arkadaşlar. Daha önce Hatay ile alakalı bir yazı yazmıştım. Ankara ile devam edelim. Yazacak binlerce hikaye var yavaş yavaş giriş yapmış olalım bu şekilde. Benim hayatımın büyük bir kısmı İstanbulda geçti. Kalan kısmının da büyük çoğunluğu Ankarada.
Ankaranın -bilen bilir- yazı da kışı da çekilmez. Kurak bir iklim olduğundan sanırım. Yaz vakitlerindeyiz. Okul tatil olmuş, yazın da garip sıcağında, Ankarada…
Ben Ankarada durumu kötü olan öğrencilere ders anlatacağım 1 haftalığına. Bir dersanede sınıf ayarladık falan. Durumu olmayan öğrencilere ücretsiz bir kurs gibi bişey. Yalnız hiç param kalmadı. Sabah 9 dan akşam 5 e kadar sürecek kurs bir hafta süresince.
Sabah kalkıp dersaneye gidiyorum yürüyerek. Araba ile 20 dakikadan fazla sürer. Çok uzun bir mesafe var ev ile dersane arasında. Gitmesen de olmaz. Yürüyerek 1buçuk saate yaklaşıyor gitmek. Neyse sabah erkenden çıkıyorum yola, dersaneye varıyorum 9 da başlıyorum ders anlatmaya. 5te de çıkıp eve yürüyorum. Yalnız cebimde hiç param olmadığından sabah-öğlen falan bişey yiyemiyorum haliyle.
O kadar kötü duruma düşüyordum ki anlatamam. adım atacak takatim kalmıyor. Yürüyerek gelmişim zaten.
Ders bitti mi de eve yürüyorum, ama o yol hiç bitmiyordu. Yürü de yürü…
7 ye doğru evde oluyordum işte. Ufak bi tencerem vardı, onda mercimek çorbası yapıyordum.
Ufak tencereye yağ-salça atıp iki dakka sonra bi tutam mercimek.. Suyunu koyduğunda işte 15 dakika almıyodu. O kadarda acıkmışım ki tabi gün içinde. Yalnız çorba var da ekmek nası alacağım?
İnanırmısınız bilmiyorum ama kıt kanaat (250 kuruştu sanırım o zaman) parayı toplardım. sağa sola düşen elli kuruşlar olurdu..
Onunla gider bi ekmek alırdım.
Tam bir hafta boyunca…
Yediğim şey hiç değişmedi. Yol yürü, ders anlat, yol yürü, mercimek çorbası ye…
2 tabak çıkardı o tencereden. 2 tabak mercimek çorbasını da yedimmi tamamdı iş.
O taze ekmeğin lezzetini hala unutamam.
Neyse günler o şekilde geçerdi. Bi gün annem aradı bu yürüme anlarından birinde.
Eve yürüyordum. Dilim damağım kurumuş, yorulmuşum, gitmem gereken de tonla yol var.
İşte açtım telefonu. Annem pikniğe gittiklerinden bahsediyor telefonda.
İşte toplanıp pikniğe gitmişler. Yaz olduğundan sürekli giderlerdi. Benim gözümden yaş akıyor, boğazım düğümleniyor ama bişey diyemiyorum, dinliyordum sadece.
Şimdi düşünüyorum da ulan elaleme hadi muhtaç olma, başın dik yürü falan tamam da, annene-babana da mı söylemezsin, bu neyin gururudur bilinmez.
Öyleydi ama, hala öyledir de…
Neyse benim canım burnuma gelmiş, annem de orayı anlatıyo. En son işte şu mangalı yaktı falan yemek yiyecektik bizde falan dedi. Benim sabır oraya kadarmış sanırım. Dayanamadım daha fazla.
1 haftadır yiyecek ekmeği zor buluyorum ben dedim. Yol param bile yok saatlerce yürüdüğümü hıçkırarak anlattım ve kapattım telefonu.
Belki kadına da yediği yiyeceği şeyi zehir ettim bilmiyorum. Dayanamadım, bir haftanın birikimi.
Şimdi geçmişe bakıyorum;
1 hafta o çileden sadece güzellik kaldı, hatırladıkça gözlerim dolar hala. Belki o 15-20 kişilik sınıftaki çocuğun bi yere gelmesine vesile oldum, bilmiyorum. Olmasam da verdiği huzur yeter de artardı.
Çok şükür Allah bizlere ya da bana binlerce nimet veriyor.
O garip bi gurur hala var ama. Şimdi bazen bazıları bana çok umursamazsın falan diyor. O kadar çok şey yaşadım ki. Neyi umursayım artık?
Ufacık sorunları mı?
Neyse Allah kimseyi açlıkla, yoklukla imtihan etmesin. Allah kimseye de muhtaç etmesin.
gurur yapmasaydın belki de hayatın değişecekti.
Ben de bir zamanlar az yiyecekle idare etmek zorunda kalmıştım. İnan o zamanlar daha mutluydum ama hala mercimek çorbasını pek sevmem :)
Çorba-ekmek ikilisi deyince aklıma, hep iki filmden iki sahne geliyor: biri Düttürü Dünya’da Kemal Sunal’ın sabah çorbacı sahnesi, biri de Tabutta Rövaşata’da Ahmet Uğurlu’nun çorbayla karın doyurma sahnesi. İkisi de nasıl ekmeğe yükleniyorlar biliyor musun? :)
bilmem mi :)
Uzun zaman sonra okuyunca bende de bi yeşerme olmadı değil. Özellikle anne ile konusma sırasında patlaman falan…