Edirne Hatıratı
Çok zaman geçti ama yazalım dursun kenarda. Bir vesile ile edirneye gitmiştim. Garip bir şehir olduğunu baştan belirtmek lazım. Yarı avrupalı, iç anadolu şehirlerine benzemiyor. Herkes bir alem, rahat insanlar. İçki tüketimi de çokmuş duyduğum kadarıyla. Malum bir kaç yeri var oralara da ziyaret gerçekleştirmiş olduk. Başlayalım;
Meriç nehri var malum. Sabah erken saatlerde şehirde olduğumdan beni ilk nehrin kenarındaki kahvaltıcılardan birine götürdüler. Güzel bir kahvaltı yaptık. Giderseniz denemenizi tavsiye ederim. Herkes gösterecektir. Bayanlar işletiyordu, malzemeler kaliteli, hizmet güzeldi.
Daha sonra başta selimiye camiisi olmak üzere bir kaç yeri gezdirdiler.
Önemli Not: Resimlere tıkladığınızda büyük hali ile karşılaşacaksınız.
Kahvaltıyı şöyle bi yerde yapıyorsunuz. Daha sonra bir türk kahvesi içip geçmişe dalıyorsunuz. Malum çok eski bir şehir, Osmanlıya da başkentlik yapmış zamanında.
Osmanlıdan bu yana yağlı güreşlere ev sahipliği yapan bir yer burası. Güreşlerin yapıldığı stad var ve çevresi resimde görüldüğü gibi süper bir orman. Orada semaver çay içebilirsiniz. Çok güzel bir doğası var söylemek gerek. Kırkpınar da halkın en önem verdiği organizasyonlardan biri.
Demin bahsettiğim ormanda 17.yy dan kalma bir av köşkü. Şuan çay bahçesi olarak kullanılmakta. Çevrede de gördüğünüz gibi sandalyeler var insanlar dinleniyor. Güzel bir mekan mutlaka gitmelisiniz.
Şehrin belki de coğrafyamızın en önemli mimari eserlerinden biri Selimiye Camisi. 2. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı bir camii. Mimar Sinan bu camiyi yaptığında 80-90 yaş arasında bi yaşa sahip. O yaşta bu eseri yapıyor ve Ustalık eserim diyor. İstanbuldaki Süleymaniye camisine -ki çok severim- kalfalık eserim, selimiye camisine de ustalık eserim diyor.
Gezdiren kişinin anlattığını söyleyim size; Japonlar bu camiye girip kubbeyi görüp geri kaçmışlar dışarı, yekpare böyle bir kubbe yıkılmadan durmasına şaşırdıklarını ifade etmişler. Artık ne derece doğru bilmiyorum.
Özelliklerinden bir tanesi Edirne’nin her tarafından gözüküyor olması ve minaresine 3 kişi ayrı yoldan çıkar ve 3 kişide birbirine rastlamaz.
Anlatılanı söyleyim yine, Edirne şehrine anadolu tarafından girildiğinde 2 minare gözükür camii. Sebebi müslümanlara karşı tevazu, avrupa yakasından girildiğinde ise 4 minaresi gözükür o da kafirlere karşı ululuk hissidir. Külliyesi mevcut oralar da gezilebilir. Çevresinde bir başka edirne ile özdeşleşmiş lezzet edirne ciğercileri var. Eğer karnınız açsa ve ne yiyeceğim diye düşünüyosanız artık düşünmeyin. Edirnede iseniz eğer ciğer yemelisiniz.
Farklı bir şekilde yapılıyor bilinen arnavut ciğerine benzemiyor.
Çok da güzel bir lezzet mutlaka deneyin.
Samanpan onaylı lezzetlerden biri -ki her bulduğunu yiyen biri değilimdir : )
Devam edelim gezimize…
Gidilebilecek yerlerden biri de lozan anıtı. Lozan bildiğiniz gibi (bildiğinizi zannetmiyorum da lafın gelişi işte) İsviçrenin bir şehri. Kurtuluş savaşı bitince yapılan bir anlaşma. Misak-ı milli sınırlarının da hiçe sayıldığı garip bir anlaşma. Sözde galip gelen biziz ama pek anlaşmada galipmiş gibi davranmamışlar. Yıllar boyu okullarda zafer olarak anılan bu anlaşma çok da öyle gözükmüyor. Hatay-Batum-Musul bizim olmasına rağmen vermemişler mesela. Hatayı nasıl vermemişler diye cehaletinize aldırmadan soru sorabilirsiniz, hatay daha sonra halk oylaması ile Türkiye topraklarına katıldı. Neyse devam edelim
Şehirdeki en ilginç yerlerden biri de burası. Su ile terapiden, müzik ile terapiye kadar bi çok teknik uygulanmış zamanında. En ilginci ise meşguliyetle terapi. Hastaya bir şeyler yaptırıyorlar, şimdiki hobi tavsiyeleri gibi bir durum sanırım. Gezildiğinde ilginç gelecek yerlerden biri. Mutlaka gitmelisiniz.
Neyse resimlere bir ara verelim. Gün boyu bu şekilde gezdik ve acıktık. Benim gibi ağır bi konuğu ağırlamak zor malumunuz. İkindi sonrası asıl bomba gelecekti. Fırına kuzu siparişi verilmiş. Beni nehrin başka bir kenarına bir ağaç gölgesine getirdiler. Bir süre sonra da fırında pişmiş kuzu geldi. Oruç oruç ne gerek var aklıma getirmeye gerçi de napalım madem yazıyoruz o da geçecek içinde. Şuan kendimi milletin rızkını yiyen yemek programcısı gibi hissettim ama olsun. Neyse kuzuyu da devirince vakit ayrılık vakti oldu.
Bir çay içip yola koyulduk. Tatsız tuzsuz ankaraya geri döndük.
Bu da böyle bir hikaye olarak ömürde yerini aldı.
(Ramazan ayındayız diye kuzu resmini koymadım. Sizin canınız çeker falan diye değil yanlış anlamayın, görürüm de karnım acıkır diye koymadım. Henüz sabahın 08’i. İftara 12 saatten fazla var)
Hayırlı ramazanlar.