Zarafet Eksikliği ve İstilacı Zihniyet
Çağımızın problemi diye başlanabilecek bir konu ancak bu “çağımızın problemi” kelimeleri de konuya dahil bir bayağılaşma seviyesi.
Sebepleri tartışılabilir ancak kamil olmaya çabalayan insanı derinden üzen bir konu. Bir noktada kemâlât konusunun standardı da ciddi manada düştü diyebiliriz. Standartlar ağır bir seviye kaybında. İyi insan olmaktan tutun da bir sanat eserine ve yahut bir yemek tabağının hazırlanışına.. Nereye bakarsanız bakın seviyenin düştüğünü gözlemlersiniz. Bir kaç örnekle anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışayım.
Sanat eseri dedik mesela, Sistina Şapeli‘nin tavanına ters şekilde asılı kalarak 4 yıl sürecek bir eserler manzumesi meydana getirmiş Mikelenjelo. Ninja kaplumbağa olan değil ona ismi veren ressamdan bahsediyorum. 1508–1512 yılları arasında, şapelin tavanını kutsal kitapları olan İncil’in Yaratılış kitabına göre resmetmiştir ve rönesans eserlerinin en önemlilerinden birine imza atmıştır. Kıyamet gününde iyilik ve kötülük edenlerin cennet ve cehenneme gönderilmesini ele alır. Ters bir şekilde asılı kalarak 4 yıl boyunca bu resimleri yaptığınızı hayal edin. Bu seviyeden tuvali yere koyup boyalara basarak üzerinde gezinerek yaklaşık 1 saatte çağdaş sanat yaptığını iddia eden bir sanatçıya. Ya da bir hayır kurumu açarak bağış toplayıp Mimar Sinan gibi birinin başlarında olduğu yaklaşık 15.000 kişinin çalıştığı ve 7 yılda meydana gelen ustalık eseri Selimiye Camisinin yapılmasına vesile olan bir padişahtan, demiri ve betonu bol ancak zarafet eksiği ile bezenmiş beton yığınları ile övünen kişilere..
Bir kitap yazmak için aylarca yol gidip bilgi alan ve zor şartlar altında ciltlerce kitap yazan entelektüellerden, sosyal medyadan özlü sözler toplayıp sayfa başına beş kelime yazarak kitap çıkardığını zanneden ağaç katillerine!
Ya da bahçesine ektiği asmanın yapraklarını toplayıp tek tek saran bir kültürden köfte patatese. Hatta bununla da kalmayıp “buzdolabında dondurma kabından yaprak sarması çıktı yaa” diyerek alay edebilecek seviyesiz gençlere (keşke tüm dondurma kutularından yaprak sarması çıksa, 10 liralık dondurmayı saatlerce uğraşılan bir sanat eserine nasıl değişebilir bir insan aklım almıyor.)
Bir kaç örnek verdim ancak herhangi bir alan aklınıza getirdiğinizde o alan ile alakalı onlarca örnek bulabileceğimiz bir durumdayız. Söylediğim gibi sebepleri tartışılabilir ancak en önemli iki sebebinden biri nüfus artışı diğeri de kapitalizm denen illet diyebilirim.
Kayıtlara göre 1800 yılında 1 milyar kişi olmuş dünya nüfusu. Yani binlerce yıl sonunda 1 milyar kişi. Bundan yaklaşık 130 yıl sonra; yani 1930’da 2 milyarı görmüşüz. Binlerce yılda gerçekleşen sayı sadece 130 yılda oldu yani. Ardından neredeyse 30 yıl sonra; yani 1959’da 3 milyar olmuşuz. 15 yıl sonra; 1974’te 4 milyara ulaşmışız. 13 yıl sonra; 1987’de 5 milyarı geçmişiz. 2011 yılında 7 milyarı geçtik. 2050 yılında 10 milyarı geçeceğimiz tahmin ediliyor. Örneğin ben bu yazıyı yazana kadar bu yıl 125.403.488 kişi doğdu. Bu konuya üreme konusunda maharetimiz şeklinde bakamayız. Kullanılabilir kaynakların yetmeyeceğinden bu kaynaklar konusunda yaşanacak savaşlara kadar bir çok konuda çıkarım yapılabilir. Ancak konumuzu da ciddi anlamda ilgilendiren bir şey bu ve çoğaldıkça sıradanlaşıyoruz.
Bir diğer etkileyen şey ise kapitalizmin hegemonyası. Tüketim konusunda mankurtlara dönmüş durumdayız. Sürekli yenisini isteyen, doymayan, daha fazlasını iste diye hayat felsefesi üretmiş bir haldeyiz. Bu durum duyguların metalaşmasını doğuruyor. İstediğini elde eder etmez o meta değerini yitiriyor ve yenisine erişememenin veya erişme zorluğunun yarattığı hüzün ve stres tüketiciyi mutsuz ediyor. Mesela bir telefon aldığımızda çok kısa sürede bir üst modeli çıkıyor ve acilen tüm duygu düşüncemiz ona yönleniyor. Sanki bir önceki ile yapamadığımız şeyler varmış gibi. Ya da bir kişiyi çok sevdik diyoruz ve peşinden koşmaya çalışıyoruz. Elde eder etmez o değerini kaybediyor ve başka limanlara yol açmaya koyuluyoruz. “Evlenince çok değişti” cümlesini defaatle duymanızın sebebi duyguların yerini metaların alması. Bu duruma ben istilacı zihniyet diyorum. Sürekli saldırma, ele geçirme, yakıp yıkma yani değersizleştirme ve başka hedef seçme. Günümüzün kişisel gelişim denilen saçmalıklarına biraz göz gezdirmeniz yeterli sizi bu dediğim sarmala sokması için. Kişisel gelişim kemâlât dediğimiz şeydir aslında. Kamil insan olma, gelişme ya da Alfred Adler’in dediği gibi kendini gerçekleştirme. Ancak yukarıda söylediğim gibi bu ulvi olması gereken durumu bile aleyhimize kullanmış ve kendini geliştiriyorsun kapağı ile bayağılaştırılmışız. Eskiler “kem âlât ile kemâlât olmaz.” derler. Yani sıradan aletlerle mükemmellik yakalanamaz.
Çevremizde idol olarak görünen kişilere bir bakmanızı tavsiye ederim. Çok değil belki 100 yıl önce yaşasa ailesi dışında ismi duyulmayacak kişilerin milyonlarca insanı etkilediğini göreceksiniz. Standart insanın idolleşmesi de çağımızın getirdiği bulaşıcı hastalıklardan bir tanesi. Dediklerinden etkilendiğiniz fenomenleri bir de bu açıdan düşünmenizi tavsiye ederim. Estetik anlayışımızın değişmesi ve algısal filtrelerimizin ortadan kalması da cabası.
Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir;
Rûh-i izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.
Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeliM.Akif
Türkçeden türkçeye çevirirsek -ki durumumuzu başlı başına anlatan bir şeydir bu dilimize yabancı olmak. Halimiz parçalanmış bir vücudun halidir. Ruhi çöküntümüz ahlakın çökmesindendir. Sade bir sözdür fakat bilgeliğin en geneli, bir kurtuluş imkanı var ahlakımız yükselmeli.
Hasılı kelam halimiz harap, ahvalimiz bozuk, istikbalimiz karanlık.
Az ile yetinene, aç gözlülük yapmayana, hemen parlamayana, koştura koştura yenisini almayıp tamir etmeye çalışana, zarafet dolu olana, ince işçiliğe, sabra ve minimal yaşamaya sahip çıkın. Öyle de olabilirseniz ne âlâ.
Dipnot
İncetezat.com sitesinde yayınlanan yazım. Oraya gitmek için tıklayabilirsiniz.