Ültimatom

Yazı yazmanın en zor tarafı düşünmek zorunda olmak. Duygu ile bağların kısmen kopması anlamına da geliyor. Uzun uzadıya bu konuda konuşmak istemiyorum. Temelde hiç konuşmak istemiyor da olabilirim. İnsan denilen yaratılmışın boyundan büyük davranışlar yapmasına şaşmamla alakalı bu yazı. Şaşmamak lazım ancak insanoğlu unutkan da bir taraftan. İnsan denilenin ne olduğunu sürekli unutuyor. Büyük bir nimet temelde bu. Toplumun oluşabilmesi için, sosyalleşme hikayesinin tamam olması için unutmak gerekiyor. Yada hiç anlamamak. Zehir gibi bişey bu insanın kanına bir kere girdiğinde bir daha kurtulmak pek mümkün olmuyor. Ben bu insan denilen şeyi yeni anlamadım. Hayli zaman geçti. Unuttum tekrar şaşırdım, hatırladım, tekrar unuttum falan. Geldiğimiz noktada kozmetik çağın filtreli maymunu bu şey. İçindeki kiri pası kapatmak için neler yapıyor neler. Güzel güzel okullar okuyor, meslekler ediniyor, kıyafetler giyinip kuşanıyor falan. Bu çabalar boşuna değil tabii ki. Kapatılması gereken pislik büyük olunca insan ne yapacağım diye başı kesik tavuk misali. Ancak dedim ya zehir gibi diye. İnsanı bir kere anladığınızda toplumla aranıza sıra dağlar çekilmeye başlıyor. Kendiniz başta olmak üzere insanlığa kanmaz hale gelebiliyorsunuz. Buna asosyal kişilik bozukluğu denilebilir.

Üstte kısmen geçtiğim şey insanları kandırmak için giyinmek, statü elde etmek demek değil yanlış anlaşılmasın. İnsan evladının kandırdığı ilk şey kendi oluyor genelde. Okuyup edindikten sonra, güzel güzel giyindikten sonra, isminin başına kendisini kandırmayı kolaylaştıran bir kaç sıfat da eklenince değmeyin keyfine. Bir yürür ki öf. Sen neymişsin be abi derlerdi ya o hesap. Alımlı cakalı falan. Filtreyi de basınca kendine dünya güzeli mi sanmazsın kendini, babanı Glasgow Dükü ananı da Edinburgh düşesi sanarsın. İlk kandırdığın kendin oluyorsun sonuçta. Bir yersin bir içersin ki hey beyefendiye bak, şu hanımefendiye bak derler. Kısa bir süre sonra o alım çalımla yediğini pislik olarak çıkardığın kimsenin malumu değil en nihayetinde. İnsan kendini kandırmazsa çok basittir aslında. Doğar, ağzına yemeği biri koyar, altına pisler biri temizler. Sonra kısa bir miktar daha yaşar ve yaşlanır gene eli ayağı tutmaz ağzına yemeği biri koyar, altını da biri temizler. Çok az vakit sonra da son nefesini verir ve bi iki metre beyaz beze sarıp gömerler toprağın altına. Ne statüsü kalır ne okuduğu okulu ne giydiği kıyafeti ne de kozmetik ürünleri. Börtü böcek yer ve biter önemsediği kısım. Çok basit. Gömen kişiler de mezarlıktan uzaklaşır ve aynı döngüye kendilerini hemen atıverirler. Böyle böyle milyarlar gelip geçer çok basit.

Yaratan, bu senaryo için imtihan der. Akledebilene der ve karşılığını vereceğini söyler. Mülk yani her şey benim der ancak azgın ve hadsiz insan bunu dinlemez genelde. Mal edinir mülk edinir neler de neler. Kendinden bilir bir çok şeyi. Malı kendinden bilir, gençliği kendinden bilir, aklı kendinden bilir fikri kendinden bilir. İmtihan genelde kaybedilir. Bir nevi kendini tanrı bilir üstte anlattığım basit, aciz ve acınası varlık. Eline diken batsa oturup ağlayacak organizma, normal zamanda size kahramanlık hikayeleri falan anlatabilir. Yaratan ise ne yaparsan yap affedeyim ancak tanrılık yapma der. İnsan bu durar mı en çok onu yapacak. Hadsiz sonuçta yani haddi hududu yok. Dur bilmez durak bilmez. Neyse bu insan denen şey yazmakla bitmez ve hiç birine de değmez gibi. Ben de kanaat kınından bir kılıç çektim, keskin tarafıyla insanlardan umudumu kestim.

“Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır, hepsi O’nundur. Size de Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” der yaratan. Bilirim diyorum son olarak. Bilirim ki gökte yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bana da O’ndan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

Exit mobile version